16 Ağustos 2013 Cuma
14 Ağustos 2013 Çarşamba
SÖZCÜKLER
“Her şeyin kullanılmamışını
bulmak mümkün; az kullanılmışını, çok kullanılmışını, hor kullanılmışını,
özenli kullanılmışını, hiç kullanılmamışını. Satılmamışını, yatılmamışını, bir
köşede unutulmuşunu... Yenisi
geliverince hükümsüzleştiği için kullanılmadan çatı katına kaldırılmışını,
alınırken aceleye getirilip, eve götürülünce beğenilmediği için hiçbir gün
öncelik sırasında yer alamamışını, özelliklerinden dolayı tenezzül
edilmemişini... Gözden sakınıldığı için kullanmaya kıyılamamışını, koklamaktan
ötesine cesaret edilememişini, yanına yaklaşılamadığı için dokunulamamışını...
Evet, her şeyin
kullanılmamışını bulmak mümkün; uzaktan bakılanını, özlemle anılanını,
ulaşılamayınca mundar olanını, kayda değer bulunmayanını, satın alınamayanını,
gönlü edilemeyenini, sahip olunamayanını... Bulmak mümkün.
Sözcüklerin peki? Bu “her şey”
içinde sözcükler de var mı?
Özenli kullanılanı, özensiz kullanılanı, sevgi sözüyken küfür gibi
duranı; küfürken sevgi anlatanı... göz oymak istermiş gibi bir etki
bırakanı; gerçekte göz oymak isterken
süslenip püslenip riyaya bulaştırılanı, istenen şey elde edilene kadar
cicimlerle donatılanı, bağırtanı,
çağırtanı, kahkahayı ağlatanı, gözyaşını güldüreni, hüzünlendireni, az
düşündüreni, çok düşündüreni, düşünmeden ağızdan çıkıvereni, düşüne düşüne,
ölçüle biçile söyleneni; “ayı”yı “dayı”
diye seslendireni... Ortamı sulandıranı, yalana batırılanı, caydıranı, ayak
kaydıranı, yoldan çıkartanı, duyanı kararlı kılanı, güce güç katanı, kendini
bulduranı, saçını yolduranı, sevince boğanı, derinden sarsanı, insanı aklını
oynatmaya kadar getirip oracıkta bırakanı ve hatta çıldırtanı... Kendinden
kaçırtanı, kendine çağıranı, dağıtanı, toplayanı, toparlayanı, havalara
uçuranı, yay gibi gereni, düşüreni, kaldıranı, insanı katil yapanı, yılanı
deliğinden çıkartanı... Yatıştıranı, barıştıranı, küstüreni, düşman edeni, mide
bulandıranı, kandıranı, ikna edeni, sevdireni, özleteni, bıktıranı, nefret
ettireni, coşturanı, korkutanı, yıldıranı, sindireni, tövbe ettireni, imana
getireni, imandan ettireni, rüyalara gireni, tehdit edeni... Kulaklarda hoş bir
tını bırakanı, özlemle anımsananı, duyulmak istenmeyeni, unutulanı, unutulmak
isteneni, unutturanı, unutulmayanı; tuş
edeni, tuş ettireni, pes dedirteni, öldüreni, böleni, bütünleyeni, bitireni,
başlatanı, birleştireni, ayıranı, yücelteni, yerin dibine batıranı...
İyi niyetli, ya da kötü niyetli kullanılanı, sevileni, sevilmeyeni,
hakkı yenileni, kadri bilineni, hak ettiğini bulamayanı, bulduğunu bilemeyeni,
bilip de söylemeyeni, söylemek isteyip de beceremeyeni, kullanılmaktan
kaçınılanı, ağzın içinde yuvarlananı, kullanılmaya doyulamayanı, dillendirmeye
kıyılamayanı, bal damlatanı, zehir saçanı, ödül vereni, ceza dağıtanı... Sonuçta
bir şekilde kullanılanı... Az ya da çok... az ya da çok... az ya da çok...
Hiç kullanılmamış sözcük yok. Yok. Yok.”
“Ben bir yazarım.” dedi
kadın. “Ama yazmıyorum.”
“Peki neden yazmıyorsun?”
“Kullanılmamış sözcük
bulamadığım için!”
“Kendi kendinle konuşmaya
başladın da ondan.” dedi kadına kendi sesi. “Kendi kendinle konuşmayı sever
oldun son zamanlarda. Aynalarda değil canım, yolda, sokakta, klavye başında,
telefonda birileri ile konuşuyorken falan da...
hatta azıtıp bankamatiklerle, web sayfalarıyla, şiir siteleriyle, boş
mail kutularıyla, ekranda vara yoğa konuşup duran, sözcükleri savurganca
harcayan ve seni kızdıran adamlarla... Eskiden birileriyle konuşmayı ama niyeyse
yüksekten yüksekten konuşmayı severdin, şimdi sadece bakıyorsun, sonra da ekran
koruyucunla konuşuyorsun.”
“Hayır.” dedi kadının öbür
sesi. “Sözcüklerimi kendime saklıyorum ben. Onlara kıyamıyorum. Konuştuğum
zaman uçup gideceklerini sanıyorum. Uçup gideceklerini ve bir daha bana
dönmeyeceklerini. Artık her birinin benim tarafımdan kullanılmış ve eskitilmiş
olacağını da düşünüp korkuyorum bazen. Ne eskimelerini, ne de uçup gitmelerini
istiyorum. Onları kırmak, incitmek,
ürkütmek, acıtmak istemiyorum. O
söylediğin şeylerle konuştuğum gerçek değil, sen uyduruyorsun onları.”
“Kullanmak istemiyorsan, bir
gün, bir köşede unutacaksın demektir.
Herkes ihtiyarlayınca unutur sözcüklerinin çoğunu.”
“Ben yaşlanacağım ama ihtiyarlamayacağım.
Sözcüklerimi unutmadan öleceğim.”
“Ah ne hoş! Kendinle
birlikte gömülsünler diye mi kıyamıyorsun? Onların hepsi zaten defalarca
kullanılmış senden önce. Sen kullanmasan kimin umurunda? Hem ne işe yarar ki
kullanılmayan sözcük? Sözcükler kullanılmak için değil midir? Onlar, biz
kullanalım diye varlar sayın bayan.”
“Kurban kesen insanların
savı gibi senin savın da. Kurbanlık koyunlar biz kesip yiyelim diye
yaratıldılar dercesine söyledin, onlar biz kullanalım diye varlar sözünü.”
“Acıktın sen, söylemeye
acıktın ama söylemiyorsun. Haftalardır yemek yememiş bir insan kadar açsın oysa
sözcüklerine. Hadi ye artık yemeğini.”
“İçine bir avuç acı biber
katılmış senin yemeğinin. Kaldır onu önümden. Haftalardır aç da olsam böylesi
bir acıyı yiyemeyeceğimi bilmez misin sen benim?”
““Kemalettin Tuğcu okuyarak
büyümüş zavallı kurban nesilden bu da.”
derler bu sözlerini duyanlar, acılardan söz etme. Yemene bak sessizce.”
“Acı varsa acıdan söz edilir,
acı dilini damağını yakıp kavuruyorken tatlıdan söz edemezsin. Etsen bile
ihanet olur bu.”
“Bilgeliğe soyunmak
anlaşılan senin niyetin. İstersen sen de bir mağaraya git ve inzivaya çekil
diyeceğim ama bunu yaparsan beni de sürüklemiş olursun oralara. Doğrusu ya hiç
işime gelmez bu. Dünya nimetlerinden yararlanmak varken, gidip de ilk insanlar
gibi yaşamayı kim ister?”
“Ben isterim. Ve eminim bunu
isteyecek başkaları da var.”
2 Ağustos 2013 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)