99 depremiyle ilgili bir takım iddialar dolaşıp durdu
ortalıkta, ama ciddiye alıp da bu iddiaların üstüne giden olmadı, olduysa da… ya
bir sonuca varılamadı ya da ben iyi takip edemedim. Bu depremden sonra Deprem
Dede unvanını alan rahmetli Ahmet Mete Işıkara’nın, dönemin başbakanı yine
rahmetli Bülent Ecevit’e öyle bir iddianın gerçek olamayacağını söylediğini
anımsıyorum. Fakat iddialar, Amerika’nın
ve İsrail’in yıllardır yapıp ettikleriyle karşılaştırılınca, bunlara “Hadi
canım sen de, asla olamaz böyle bir şey, bu da başka bir komplo teorisidir.” demek
de müzmin septiklerle internet sayesinde kuşkuculuğunun boyutu günden güne
paranoyaya evrilen birçok insan için çok mümkün değildi.(1)
“Ölüp giden bebeklerle
çocukların suçları neydi peki?” diye sormayan bir takım aklı evvele göre de bir
tür cezaydı bu deprem.
Şuydu ya da buydu, ama sallanıp devrilen yerlerden biri de İstanbul
olunca acıyı herkes duydu, yoksul-varsıl herkes çaresizlikte eşitlendi, herkes,
herkesin çaresizlikte eşitlenmesine şaştı. Yurt içi yurt dışı ayağa kalktı, herkes
Marmara’ya yardıma koştu…
Deprem, bütün küçük hesapları ikinci plana iterek öne çıktı.
Şehirler günlerce dayanışma, yardımlaşma, paylaşma koktu.
Ancak… Depreme, göz, böbrek vb. organların mafyalarıyla
altın diş, bilezikli kol telaşına düşen lağım fareleri de koştu. Halkların yardımını
iç etmek için koşanlar da oldu. Her yerde ve her zaman olduğu gibi bu koşanlar
arasında da iyiler ve kötüler vardı.
Depremde ölenlerin sayısı, halkı yalanla uyutma çarkına
uysun diye kamuoyuna yanlış aktarıldı, eksik açıklandı. Ama şehirler,
Adapazarı, Yalova, İzmit, İstanbul günlerce korku koktu, ölü koktu, ölüm koktu.
Tedbirsizlik ve müteahhitlerin para hırsları lanetlendi. İnşaatları
denetlemeyen ya da her türlü çürük yapıya rüşvetle ‘olur’ veren belediye-ci-ler
es geçildi, lanetlenenler listesine alınmadı.
6286
kişi ihmalden yargılandı, depremin faturası Veli Göçer adlı bir müteahhide
çıkarıldı. Çınarcık’ta yaptığı yazlıklar, 17 Ağustos
depreminde 195 kişiye mezar olan bu müteahhit, 7.5 yıl sonra tahliye edildi.(2)
Evleri depremin değil, malzemeden çalmanın yıktığı
anlaşıldı, 2001 yılında yeni bir Deprem Yönetmeliği çıkartıldı. Ancak, 2001
Afyon depreminde yeni yapıldığı için neyse ki içine kimsenin taşınmamış olduğu apartmanlar
çöktü. Bir yerlerde
bir deprem anıtı çöktü.
“Sesimi duyan var mı?” cümlesi o zalim geceden, 16 Ağustos
1999’u 17 Ağustos 1999’a bağlayan geceden sonra anlam değiştirdi, birden bire
çok önem kazandı, o cümleyi duyan gözler canlandı, cümle can kazandı.
Oğlum yedi yaşındaydı. Yurt dışındaki evine dönmek için
deprem şehirlerinden geçerken yıkık evleri, çaresiz insanları gördü… Başını
koltuğa gömdü, aşağı inmedi, pencereden bakmadı, kimseyle konuşmadı. “Türkiye”
denilince yıllar yılı hep depremi anımsadı; onun için Türkiye demek deprem
demek oldu.
On dört yıl önce bu gece, şu saatlerde, resmi raporlara göre 17.480, resmi olmayan bilgilere göreyse yaklaşık
50.000 insan enkaz altında; yetmiş
milyon insan ise toprak üstünde ya ölü ya yaralı ya da yürekten yaralıydı…
Aysel
Korkut
KAYNAKÇA:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder