27 Temmuz 2013 Cumartesi

Anne Babalarını Yönetmeyi İş Edinen Çocuklar

27 Temmuz 2011, 07:33
Yeni bir çocuk modeli gelişiyor. Anne babasının ne yapacağına veya ne yapmayacağına karar veren çocuklarla doldu yeryüzü. Ataerkil veya anaerkil aileden çocukerkil aileye belirgin bir sıçrama var.  Çocuklar, her istedikleri yapılıp her olayda fikirleri sorulduğunda, yani kendilerine kendilerinin sevildiği ve değer verildiği gösterildiğinde bazen bunu yanlış algılayıp ailenin yöneticisi olduklarını sanabilmekte ve hadlerini aşıp sahiden de anne babayı yönetmeye kalkabilmekteler. Bu durum, çocuk küçükken belli ölçülerde kontrol altında tutulabilse bile ergenlik ve sonrasında aileler baskıcı ve agresif davranışlı çocuklarla yaşamak zorunda kalabiliyorlar.
Öyle ki bu çocuklar anne babalarının eve ne alıp ne almayacaklarına, ne yiyeceklerine ne yemeyeceklerine, nereye gidip nereye gitmeyeceklerine karar vermekle kalmıyor, hayatlarını nasıl yaşayacaklarını, kimlerle arkadaşlık edip kimlerle etmeyeceklerini, hangi gazeteyi okuyup hangisini okumayacaklarını, kaçta yatıp kaçta kalkacaklarını da tümüyle belirlemek istiyorlar. Mektuplarını açıyor, telefon mesajlarını kontrol ediyor, e-maillerini okuyor, hatta okuyamadıkları zaman anne-babalarına tuzak kurup yazışmalarını kaydedebiliyor, ezkaza kendilerinden gizlenmiş bir olaya rastlarlarsa anne-babalarını sorgulama, yargılama ve suçlayıp idama mahkûm etme hakkını kendilerinde görebiliyorlar.  Bütün bunlar yaşanırken haliyle bütün saygı ve terbiye sınırları da aşılmış oluyor.
Örneğin sigara içen anne babalara yönelik çocuk baskıları, gerekçe ne kadar haklı da olsa anne babayı çok yıpratıyor. Telefonlarının karıştırılması, mesajlarının okunması, anne ya da babanın yaşam alanına tümüyle girilmesi, anne ile baba arasında çözülebilecek veya çözülemeyecek sorunlara müdahil olunması, müdahil olmakla kalınmayıp bu durumda belirleyici kişi rolü üstlenmek istenmesi aile içindeki yetişkinlerin özel yaşamlarının ortadan kalkmasıyla sonuçlanıyor ve bu hâl de mercek altında tutulan insanı-insanları çok mutsuz, hatta hasta edebiliyor.  Ancak çocuklar bunu, anne-babayı sağlıklı yaşama yönlendirmeye çalışmakla iyi bir şey yaptıklarını ve onları kötülüklerden koruduklarını sanarak yapmayı sürdürüyorlar. “Annem ya da babam, böyle mutlu.” diye düşünemiyorlar.  Onları kendi hallerine bırakmamakta ısrar ediyorlar.  Kişisel yaşamlara hadlerinden fazla müdahale ettiklerinde bir çocuk olarak asla öğrenmemeleri gereken bilgileri öğrenip, hiç duymamaları gereken sesleri duyabiliyorlar.
Burada anne ya da babanın davranış rolü de etken olabiliyor. Anneye karşı kışkırtan baba veya babaya karşı kışkırtan anne modeli de çocukları yaşam boyu unutamayacakları bilgileri öğrenmeye götürebiliyor. Bütün bunların sonucunda hem anne - babanın hem de çocukların ruh sağlıkları bozulabiliyor. Anne-baba anlaşamıyorlarsa ayrılabiliyorlar, ancak birbirleri hakkında geliştirdikleri olumsuz düşünceleri çocuklarına yansıtan, hatta onları diğer ebeveyne karşı kışkırtan anne-babalar, bazen cehalet, bazen de kaybetme hırsıyla, çocuklarının ruhlarında iyileşemez yaralar açabiliyorlar.
Bu tehlikeli bir gidiş aslında. Çünkü sonrasında gelişen olaylar, çocuklarda, ancak biraz daha büyüdükleri zaman anlayabilecekleri ve ömür boyu içlerinde taşıyacakları vicdan sızıları yaratabiliyor.  Sonrasında ise bu vicdan sızılarından kurtulabilmek için sağa sola saldırıp, onu bunu karalayıp, kendilerinden başka herkesi suçlayıp kendilerini aklamaya çalışarak yaşıyorlar. Fakat kimi suçlarlarsa suçlasınlar gelişen olaylardaki kendi paylarını da unutamıyorlar.


Eskiyi övecek değilim. Ancak çocukerkil aileyi oluşturan ne yazık ki bizim neslimiz oldu ve olmakta. Bunun sebebini ben, bizlerin aileden yeterli sevgi göremeyişimize ve aile içinde pek söz hakkımızın olmamasına bağlıyorum. Bize sevildiğimiz asla söylenmedi. Bir kere bize sarılmadı anne babalarımız, bizi neredeyse hiç öpmediler. Bizim neslimiz bu durumu sevgi eksikliği olarak yorumladı ve çocuklarımıza bu yüzden bütün sevgimizi açıktan verdik. Sevdik ve bunu belki de gereğinden fazlasıyla gösterdik. Anne babalarımız da bizleri seviyorlardı kuşkusuz, ama galiba bunu çok fazla göstermeyişlerinin bizim bilmediğimiz bir sebebi vardı. Kendi anne-babalarımıza tepki olarak biz kendi çocuklarımızı kararlarında alabildiğine özgür bıraktık.  Aile içinde onlara söz hakkı verdik. Bir şey yapılacağı veya eve bir şey alınacağı zaman fikirlerini sorduk.  Gün oldu her kararı onların isteklerine göre aldık. Böylelikle onlara “Bu ailede kararları senden/sizden başkası alamaz.” mesajı vermiş olduk. Ve çocuklarımız sınırlarını öğrenemediler. Yazık ki nerede durmaları gerektiğini bilmeyen ergenler oldular.  Nerede durmaları gerektiğini onlara hayat öğretecek, üstelik yerden yere vurarak. Bilmiyorum iyi mi yaptık, kötü mü?
18 Nisan 2010 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Mesude Ersan tam da bu konuyla ilgili araştırma yapmış ve bir makale yazmış. Yazısının girişinde şunları söylüyor:
“Artık evin tek patronu onlar. Evin kral veya kraliçesine dönüşen zamane çocukları, eğitimli, orta ve üzeri sosyo-ekonomik düzeyden anne ve babalarının iplerini elinde tutuyor. Ebeveynler ise hayatlarını çocukların mutluluğu üzerine kurmuş, itaatkâr tebaaları. Babanın araba markasına, annenin saç rengine ve ne giyeceğine, kardeş yapılıp yapılmayacağına, hangi kanal ve programın izleneceğine, ebeveynlerin birlikte yatıp yatmayacağına, tatile gidilecek otele, yemek yenecek lokantaya kadar bütün kararları onlar veriyor.” Ersan, yazısında çocukerkilliğe yatkın aileler için de şunları sıralamış:

ÇOCUKERKİLLİĞE YATKIN AİLELER * Anne-baba yaşının ileri olduğu aileler
Tek çocuklu aileler
* Tek ebeveynli aileler 
* Çocuğun evlatlık olduğu ya da çok geç doğduğu aileler 
* Çocuğunun geçmişinde ciddi sağlık sorunu bulunanlar 
* Travmalar bulunan aileler 
* Anne ya da babanın bağımlı kişilik yapısına sahip olduğu aileler
Ben bu listeye, ebeveynlerden birisinin herhangi bir sebepten dolayı ‘tu kaka’ ilan edildiği ve ‘iyilik kişisi’ kabul edilen ebeveynin etrafında kümelenmiş çocuk ya da çocukların bulunduğu aileleri de eklemek istiyorum.  Özellikle de bu grup, ‘tu kaka’ ilan edilene, ‘iyilik kişisi’nin de önemli katkılarıyla zulüm bir hayat yaşatabilmekteler.  Ve eğer bu zulmün sonunda eziyet edilen kişiyi hasta etmeyi başarmışlarsa, kendilerinin dışında bir suçlu arama ve ona saldırma telaşına düşmekteler.
Kısacası çocuk masumiyeti ve çocuk bağışlayıcılığı, kontrolsüz hak ve özgürlüklerle donatıldığında çocuk-ergen acımasızlığıyla yer değiştirebilmekte… Umudum, bu genç diktatörlerin, kendi anne babalarının nerede hata yaptıklarını keşfedip kendi çocuklarında sevgi ve özgürlüğün dozunu ayarlamayı başarabilmesinde.
                                                                                                                       Aysel Korkut

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder